9 Nisan 2015 Perşembe

AKŞAM OLDU KEDİLENDİM BEN YİNE


Oysa başka bir yerde uyanmak isterdim, mesela senin olmadığın bir odada, senin olmadığın bir evde, senin kokmadığın bir sahilde, senin nefes almadığın bir evrende, senin yürümediğin bir yüzyılda…
Olamayacağını o sabah gözlerimi açtığımda anladım. Gözlerim kaybetmişti tüm renkleri, siyah vardı, bir de beyaz bir de yavruları gri…
Halbûki ben bu salonu tanıyordum; ne çok sevişmiştik şu kanepede, ne çok kavga etmiştik şu köşede, ne çok okuma yapmıştık şu büyükçe sayılan yere kadar uzanan pencerenin önünde ve ne çok mum çekmiştik içimize bu devinerek büyüyen evde… Ne yazılar yazmıştım senle, ama sana ait olmayan, ne hikâyeler anlatmıştım karaladığım dünyamdan sana…
Daha az önce dalmıştım uykuya. Gün ağarmaya başlamıştı, mavinin tonları sararken dünyayı, ben kapamıştım gözlerimi nefessiz kalarak senden ayrı bir evin küçük odasında. Şimdi hava aydınlanmış, bense uyuduğum o küçük odada değil, en son sessizce terk-i diyar ettiğim o koca salonda açmıştım gözlerimi. Ne işim vardı senin evinde ve neredeydi senin renklerin? Neden her şey eski film tadında ama renksizdi?  Evet, ben sendeydim de sen neredeydin?
Yavaşça kalkıp usulca sokulduğumda yatağına, ilk ellerin çekmişti dikkatimi. Benimle konuştuğunda hissedemediğin ellerin. Ben ellerini hissedemeyen bir kadın tarafından sevilen bir adamdım. Sevdiğinin sesini duyduktan sonra ellerini hissedemeyen kadın aşıktır. Ve tapılırcasına aşık olunması gerekilen kadındır. Aşık olunmalı.
Ellerdir yazgı, ellerdir ufak dokunuşların ev sahibi, ellerdir bir aşkın bacası.
Kalp ritimleri ellerin derin çizgisinin yazgısında yazılır da bunu kimse bilmez.
Çünkü bunlar kalp atışları, umutsuzluğun huzursuzluğu, huzurun kaygısı…
Bunları bilen ama yine de senden uzak duran bir adamı neden seversin ki kadın?
Kedin bile benden daha çok haketmekte aşkını. Tanrı soyundan gelen bu canlı unutmazken asla insanlığın köleliğini, sen neden haklı çıkarmaktasın beni bu denli taparcasına severek bu canlıyı?
Halbûki daha dün gece sormuştun bana, dayanamayıp sabırsızlığın yine tüm sabrıyla “Beni unutacak mısın?” sualini. O an görmüştüm büyük harfleri yuttuğunu, geriye sadece küçük harflerin kaldığını. Önce boğazında düğümlendi, yutmakta zorlandın, kanırta kanırta, yırta yırta geçti boğazından bu sözcükler. Canın acımadı diyemezdin; çünkü gözlerinden çıktı acı buğusu ve tam da o an ensenden esti yetim bir sevgi. Zehirden müteşekkil bal dişlerin öğüttü alef’ten tav’a varan ince uzun patikayı.
Karşında susuşum bilerek ve isteyerekti. Susuşum sana arz edilmiş bir imtihandı, susuşum bilerek kattığım çokça acıydı. Aslında dün gece ne sen ne de ben oradaydık. Sadece içeri sızan kelimeleri uzaktan dinlemekteydik.
Yalvarmıştım sana “Beni kimin unuttuğu umurumda değil, ben bir tek senin tarafından unutulmak arzusundayım” diye. Bu görünendi, halbûki diyememiştim içimden geçen derya rengindeki masalları.
Aslında sen de biliyordun hasta bir ruhta istenilen sevginin karşılığını bulamayacağını ki o koca bıyıkları, donuk bakışlarıyla izmarit tadındaki kedin bile anlamış hiç sevmemişti beni, sahi o neredeydi? Sen uyurken halbûki hiç ayrılmazdı ayak ucundan, ama yoktu şimdi.
Seni unutacağım ve başka bir kadını hatırladığımda da seni unutacağım. Hiçbir zaman emin olamasam da ve hep daha fazlasına ihtiyacım olsa da seni unutacağım. Beni hapsetmene izin vermeyeceğim, sevgilim. Benim ruhum özgürlüğün köleliğinde eriyip yok olmaya mahkum – bak, al sana ironinin ağa babası – tıpkı senin hayatımdaki varlık yokluğundaki gibi.
Seni hiç hayal etmedim ki sen de beni. Hadi kabul edelim sevgilim, biz, birbirleri için yaratılmış olmalarını isteyecekleri biri tarafından hayal edildik ve işte buradayız. Artık ne izin bende ne de sabır sende. Bu sebeple masalın yaşanması mahkeme kararına kalmakta.
Şimdi ellerini yumdun, boynun daha bir kıvrıldı gömdüğün yastığın yumuşaklığında. Kokun geldi burnumun direğine. Direk sızlamadı yıkıldı sanki tam da yanı başında sevişemediğimiz gecelerde bile huzur bulduğum yatağında… Sana dair bulutlarım hep hesapsız bırakılmakta, mevsimlerin açtığı müptezel çentikler aşikârlaşmakta. 
Neler oluyor Ya Vedûd bu duygulanma da neyin nesi? Yükselmekte bir anda yatağın ortasından bir duvar ve kurtaramamaktayım kendimi, kaldım şimdi iki arşın genişliğindeki bu alçakça yüksek duvarda. Sen şimdi aşağıda kuşların bakışlarında gizlisin. Yorganın altında kıvrılmış bedenin buradan daha da belirsiz. Düşünememekteyim artık, sadece izlemek oldu kaderim. Nerede uzun bacaklarım, küçük sayılabilecek parmaklarım. Bunlar benim ellerim değil, hiç bu kadar tüylü olmadılar ki daha genç sayılacak sarı tüylerim neden grileşti.
O an açtın hayalden de daha belirsiz bal rengindeki gözlerini ve usulca baktın bana, sessizce fısıldadın: “Artık hayatımdaki gölgen duvar üzerinde oturup aşağı bakan ve düşünen adam kisvesinde değil, o duvar üzerinde yürüyen izmarit tadındaki kedimin kıvraklığında sevgilim ve ölü âşıklar dimağı dirildi işte şimdi, şükürler olsun desene ey sevgili.”
Ve ben işte o an anladım ki her şeyin dünün içinde yaşanan o gecede bittiğini…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder