9 Nisan 2015 Perşembe

Güneşin Başağından Armağan


Bak sevgilim, bizi dillendirdi buğdayın en verimli başak adını almış siyah simsiyah saçlı ben misali bir kadın…
DÖNÜŞÜM: TURUNCUYU IRMAĞA BOYAMAK
Turuncu bir ırmak boy verdi. Turuncu müthiş köklerini saldı derine. 
“Acep bir haber soranım çıkar mı?” diye düşündü alnını yoklayarak. 
-Ateş hep oradan başlar çünkü. Sirkenin mahvı olmaz, özrü de.-
Nasıl da büyüdü, eğildi bir yana doğru, zorladı öbürünü. Parmaklarına ağıt bulaştırdığından beri renk değiştiriyor, dönüşüyor ve delişmen ruha benzeyen bir fotokopi kâğıdı gibi sıcak, kalıyordu.
Yahu nasıl oluyordu bu?
Kaç gece geçiyordu da cinselliğe batmış karanlık:
“Ben yarım kaldım, tamamlayın.” diyordu.
Tını, tıkırtı, dindiren, solduran, tuz ve
-İpin ucunu kaçırdık Tanrım, sen bizi kolla. İyisi mi dangalak bir acıya vuralım bileklerimizi-
Yokluk her gün yeniden öldürerek değil, paslanarak kalır. Isırgan otunu çiğneyip tüküren gece midir, bilmiyor Turuncu. Herkes kadın değildir, sevmek biraz kandır. Ama savaş falan çıkarsa bir gün, herkes kendine sığınacağını bilir.
- Saat kaç, trene yetişebilecek miyiz?
- Hava güzel bugün, vapurla da gideriz.
Boyandıkça anladı rengin mânâsını. Bir düzlüğün bir dağınıklığa vurulduğunu duyarak sevdi onun da saçlarını. Sigarayı içişinde kımıltısız bir yoksulluk. Şimdi otobüsten telaşla inen bu insanları gördükçe durakta, gözünün ucunu orada bırakır. 
Ya basarlarsa kenardaki acılığa?
Az ötede bağdaş kurup oturan, tırnak dipleri kirlenmiş tozlu çocuğun tartısını bile okşayamadan geçip gider.
Başındaki ağrı ziyadesiyle yordu onu. Öksürdü. Ne var bunda? 
Midesini mengene gibi sıkıştıran açlık hissi. Hırıltılı bir öksürük daha. Bir şey yemedi mi?
Bu hissi kimseye diyemeyecek, biliyor. Tren garını, kar yağışını tasvir eden bir tabloya bakar gibi dikkatli fotoğraflıyor, gözünü her kırptığında. Turuncu, rengine ah desen kendi etinde uğraştığı bıçak, bir sonraki adımından habersiz, varlığından bile kuşku duyacak.
“Kanırt” dese miydi adama?
Güldü. Öldürücü darbeleri o vurmazdı.
- Saat kaç, trene yetişebilecek miyiz?
- Savaş bu sabah çıktı, bizi dinlemeyeceklerdir.
Narin her yerini paralama isteği duymuştu o an. Yapılan buydu. İnsan, rengine dua olamaz, bu da vardı. Onun yüzüne bakınca soluk çiçekli bir nevresimi anımsadı. Çığlık beyazı, şimşek kırmızısı. Sevişirken pat pat çarpan kapılar. O denli güzel ki: pişen fasulyenin kokusu, boyun kokusu, tuz kokusu…
Gövdelerin diriliğe abanmaması için hiçbir sebep yok.
Peşini bırakan sessizliği özledi, artık hep konuşuyor, hep gülüyor. Tırnak diplerinde biriken de dudağının kenarına vuran da aynı açlık.
Ya ağzındaki?
Açlık. Güllerin açtığı mevsimi bilmeden bir şeyler ekmiş balkonuna. Saksı değil bunlar, yoğurt kovası çiçekleri.
- Saat kaç, trene yetişebilecek miyiz?
- Rüya gördün sadece, uyu hadi.
Montunun yırtık cebine sıkışan bileti sorgulamadı hiç. O oradaydı, duyuyordu.
“Vagonları kurtar!” diye seslendi adama.
O adam, ıssızlaşan bir aralık.
Çatlayan toprağa su vermez, yalnız koynuna alır.
Yaşlanmadıysa, yoklanmadıysa, yuhalanmadıysa daha vakit var.
Ve renk başka bir renge sevdalandı.
Bildi bunu Turuncu, o kadındı, vakit var;
“Vagonları kurtar!" 

27 Aralık 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder