9 Nisan 2015 Perşembe

kumarhanede yenen akşam yemeği



sarısını bulamamış sarı rengine çalınmış girdiğinde duvara selam verilen, duvarları yıkamayan bir odaydı… duvarına renkli kağıtlar asılmış: Bejan'dan “Onun Çölünde”, İsmet Özel'den “Kısa Pantolon” ve senden birkaç satır ve benden birkaç ah… sana dair “ah"larım hep vardı, hep var oldular…. dumanlarla örüldü yalnız masa, ağırlıksız koltuk, yazamayan kalemler, aralık pencere, aydınlık girsin diye değil de kokun sızsın diye açılan perde olmayan perde… iyi bildin burası bir kumarhane… kazanılmayan gittikçe batağa saplanılan bir kalphane… kapı, tık sesiyle yoklanıp usulca açıldı mı her daim önce ellerin girer… beyaz, damarlı, kirlenmiş, kana bulanmış ellerin… kapı koluna sıkıca yapışmış sanki kapıyı yumruklamaktan çekinen ellerin…
sonra kısık gözlerin, sonra da şımarmak isteyen çocuğun yüzündeki en içten, en muzip ama en lavsı güllümsemen… yakan, bana ait olduğunu hissettiren gülümsemen… 
ütülüksüz gömleklerin hâlâ bilirim pamuksu… daha da beyazlamış saçların hâlâ dağınık ve yumuşak… kokun hâlâ nefessiz, kişilikli… 
dualarım hâlâ sana dönük olsa da hâlâ mesnedsiz… 
yumuşatıcıyla yumuşattığım çarşafın gibi keşke bencilliğinin de bir yumuşatıcısı olsa… diriliğini kara sayfalı bir defterle diriltirken kendi dirimim hangi ipin ucunda bilemedim.
sofralar, tuzsuz deniz, şekersiz pamuk şekeri, ihtimalsiz olasılık, köşeye çarpılan küçük parmağın acısıyla ağızdan çıkan ağız dolusu küfür kadar yarım, acılı, ruhsuz, öylesine ve kalmak isterken gidilen kadar arada…
bu akşam gidecek yerim olsaydı boynun olurdu, bu akşam gidecek yerim olsaydı göğsün olurdu ve bu akşam gidecek yerim olmadığından kendi camımda asılı kaldım… hissedilemeyen ellere bir çizik daha atıldı…
neyse bırakalım şimdi sızlayan çatlakları…
bu akşam yemekte karnıyarık, şehriyeli pilav ve salata var… gelirken ekmek almayı unutma kazaklara bürünmüş canımın içinin içi…

29 Aralık 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder