içilen çayda daha çocuğum...
saçlarımın ağarmasında daha genç...
ellerimin küçüklüğünde daha kavramalı...
iki kalbi birbirine sürttüm de ateşi buldum...
senin bedeninin kuruyan mandalina ağacında yeşerdiğini an be
an görürken beynin kıvrımlarının daha da iç içe geçtiğini bildim... kalp
kapakçıkları ameliyat olmuş yaşlı bir adamın bedeninde sesli çınlarken aşk işte
bedenimizde öyle çınlamakta...
notlar alınıyor her saniyeden, her dakikadan dokunuşlar, her
saatten bakışlar, her günden özlemler...
canım yanmıyor, artık
tatlı tatlı sızlıyor... sızı acıya dair değil de tespih boncuklarının birbirine
sürtmesi gibi vasiyetli gibi... yani biraz imanlı, biraz kahve acılığında...
yıkanan bulaşıkta sular konuşur mesela... aklanan bulaşıklar
yılların deterjan artığından kurtulur da soğuk suyun serinliğinde ılıklığın
geçiciliğinden soyunur...
ayrılık kalın giyinir de sevgilim aşk?
ben sana söyleyeyim:
aşk yeri gelir lacivert, yeri gelir haki, yer gelir
kahverengi ve bazen de yeşil gömlek giyinir...
mayın bölgesi tehlike levhasını saklasa da bizden, biz
biliriz hangi suyun sakası olduğumuzu... bu da yollarımızı yürümeli yapar...
mayınlar bizim ardımızdan patlasa da ruh yek kalır...
insan biriktirdim şunca yıl da hepsi yeri geldi ensemden
tutup bir kedi yoksulluğuna teslim edebildi beni... yapma! seni sevmek terle
aklanmak, seni sevmek nehirdeki gemi misali, olmazların oluru... diriliğim baki
senle...
yücelten hissiyat toprak zemine çakılsa da korur kendini...
seni sevmek biraz; gecenin bir yarısında alınan çeşitli
meyvelerin çocuksu isteği bazen de iki tekeri de patlayıp yarı yolda bırakan
bisiklet kadar acımasız... ama her dakika şükürlük bir sofra...
ey adam! şimdi sana
bu sesleniş
nadas serinliğinde karşıla beni... hep sevmeli ellerle koru
beni... bulutlara saklanan yıldızlar
gibi örtülü olsan da yarımlaştırma beni... sadece sev ki can bulsun bu kadın
bedeni...
ve senden isteğim dinginlik değil devinimdir.. .
ah severken üşümeden sev beni... eksilmeden doldur içimdeki
yamaçları... gücüm ol... sesim ol... ruhum ol...