28 Ağustos 2015 Cuma

Elbetli İsteklerin Yakarışı

içilen çayda daha çocuğum...
saçlarımın ağarmasında daha genç...
ellerimin küçüklüğünde daha kavramalı...

iki kalbi birbirine sürttüm de ateşi buldum...

senin bedeninin kuruyan mandalina ağacında yeşerdiğini an be an görürken beynin kıvrımlarının daha da iç içe geçtiğini bildim... kalp kapakçıkları ameliyat olmuş yaşlı bir adamın bedeninde sesli çınlarken aşk işte bedenimizde öyle çınlamakta...

notlar alınıyor her saniyeden, her dakikadan dokunuşlar, her saatten bakışlar, her günden özlemler...
canım yanmıyor,  artık tatlı tatlı sızlıyor... sızı acıya dair değil de tespih boncuklarının birbirine sürtmesi gibi vasiyetli gibi... yani biraz imanlı, biraz kahve acılığında...

yıkanan bulaşıkta sular konuşur mesela... aklanan bulaşıklar yılların deterjan artığından kurtulur da soğuk suyun serinliğinde ılıklığın geçiciliğinden soyunur...

ayrılık kalın giyinir de sevgilim aşk?
ben sana söyleyeyim:
aşk yeri gelir lacivert, yeri gelir haki, yer gelir kahverengi ve bazen de yeşil gömlek giyinir...
mayın bölgesi tehlike levhasını saklasa da bizden, biz biliriz hangi suyun sakası olduğumuzu... bu da yollarımızı yürümeli yapar... mayınlar bizim ardımızdan patlasa da ruh yek kalır...
insan biriktirdim şunca yıl da hepsi yeri geldi ensemden tutup bir kedi yoksulluğuna teslim edebildi beni... yapma! seni sevmek terle aklanmak, seni sevmek nehirdeki gemi misali, olmazların oluru... diriliğim baki senle...

yücelten hissiyat toprak zemine çakılsa da korur kendini...
seni sevmek biraz; gecenin bir yarısında alınan çeşitli meyvelerin çocuksu isteği bazen de iki tekeri de patlayıp yarı yolda bırakan bisiklet kadar acımasız... ama her dakika şükürlük bir sofra...
 ey adam! şimdi sana bu sesleniş
nadas serinliğinde karşıla beni... hep sevmeli ellerle koru beni...  bulutlara saklanan yıldızlar gibi örtülü olsan da yarımlaştırma beni... sadece sev ki can bulsun bu kadın bedeni... 
ve senden isteğim dinginlik değil devinimdir.. .


ah severken üşümeden sev beni... eksilmeden doldur içimdeki yamaçları... gücüm ol... sesim ol... ruhum ol...

18 Ağustos 2015 Salı

Uzakta Yanan Işıklar

Ne desen inanmaya muktedirken zihnim ruhum iğneli yorgun sesinden dolayı... Bir tahta oturtmuşken seni, kalbim değişmeli yol güzergahları hep seni aramalı... Uzun ışıkları yakmış arkadan hızla gelen otomobil gibi dikkatsiz ve aceleci zaman senden uzakta... Varlığın sol köşemde herkes sağ köşede...
Gömmek nedir bilirim toprağın nemlisinde can verebilen turuncu bir ağacın can direnişini... Direnirim özleme... Ellerimi açar rüzgarın can süzücü yakalarını kucaklarım... Bir gün gelecek ve sonsuzluk bitecek biliyorum, zamanın yenilmez ordusu bizi de ufalayacak... Kayıplarımın toplamı değil, kazançlarımın başlangıcı sensin... Senlik bir ben var ki görmeye değer, yaşamaya can atar bir ruhluk anahtar deliğinde... Anlarsan bilirsin, bilirsen görürsün, görürsen yaşarsın, yaşarsan seversin...
Mızıka tınısı değdi bir bardak suya bu gece...
Fazla anlayış hep budandı insanoğlunun bileklerinde, korkmuyor değilim... Üşüyen sırtım bunu daha ehemmiyetli bir şekilde hatırlatmakta geceleri... Ürkütmeli saatlerin püskürtmeli dakikaları bu vakit... İşte mızıka tekrar yürek burkmakta... Eyvallah diyecek dilim var lakin yüreğim yok...
Elbiseleri budasam karşıma her daim dikilen bencillik dostluk yakasına bulaşmışken bile sevgili sevgilim sende haliyle olacaktır... Yapma... Hayatın aşkına beni yollama... Kollarim kalbimden daha kırılgan... Kapımı çalmadan gir içeri... İlkbahar yeşil, sonbahar turuncu bizim baharimiz laci... Renkler gecikti, resmî geçit töreni kuşluk vaktinde uyuma bekleme desem bilirim ki yorgunsun...