Pulbiber Mahallesi'nde yaşayan bir kadınım
ben. Tek sayıların kesiştiği yerde evim. Az önce Hafize'ye yazdığım mektubu
sonlandırdım ve gece sevgilimle dolunayı izlemeyi... Yolculadım ardından el
sallayarak... Televizyondaki ölümlere ağladım sonra kalktım gözlerimi
karaladım, biraz da yanaklarımı alladım.
Yağmurlu bir sabahın penceresinden
miyavlayan kediciğe bir tas süt bıraktım. Ayaklarımı izleyen başımla beraber
yola koyuldum. Omzumda çantam - oldukça - ağırdı. Geceden okuduğum kitapların
işaretlenen kısımlarının mı ağırlığı bu denli yüklüydü, anlayamadım. Yanımdan
geçen arabaları izleyen gözlerim siyah arabaları seçti ve sevmedi zamanla
onları, fakat konuşmaya devam etti içinden...
Şahıslarla konuşmayı bırakalı tam 8 ay
oldu. Dostlar şahıs kadrosuna geçeli de... Kulaklarım bu yenilgiyi kaldıramadı
sağır oldu...
Faulkner's Sleep tınısına açtı
kapılarını... İçi acımadı, içi kurudu.
Başımı yıllar önce intihar eden bir kadın
gibi göğe kaldırdım ve yeryüzünün ilgisizliğiyle hafif kıldım bedenimi. O güne
kadar kurduğum tüm kalıcı bağlarımı kılıçtan keskinleştirip konumlarını
seçeneklendirdim. Sonra da piyasaya bilgisayar oyunu diye kakaladım. Çocuklar
değil, yetişkinler oynayamadan terk ettiler diyar-ı ben'i. Bense en çok zihnimi
sonra bedenimi terk ettim gün içerisinde. İçtiğim kahveler yemek borumdan aşağı
süzülürken karın boşluğumdan çıkıp tarçın renkli bluzumu lekelediler.
Bugün günlerden tarçın renkli boz başı boz
bulanık boz porsuk-tu... Pis porsuk... Berber kuranların bilmecesini ise az ötedeki sevdimli sokakta terk edip
haberim yok gibi davranarak ayaklarımın adımlarını saydım. "Arınalım,
arınalım artık yolsuzluklarından şu densiz yeryüzünün kalık çirkefinden; sevgi
yazısıyla!" diye sayıklarken leylakların boynunu büktüğünü fısıldadı
kaldırımlı bir kader. Aldırmadan saydım ve bitmesin diye yakardım.
Yine bütün
arka bahçeleri gören o kadını anımsadım ve dua okudum ardından… Annesiz kalan
Didem, canımı bıçakladı o saniyelerde. “Hani bana, hani ban” oynadı ellerimle. “Daha
doğuramadığım Asya’mı annesiz bırakmak istemiyorum.” diye bağırdım yanımdan
geçen ıslak gözlü köpeğe. Anlamadı, “deli” deyip koştu yanım sıra. Aldırmadım…
Kadınlığımı tırnaklarımla kanırttım bazı bazı zamanlarda, onlara hiç acımadım…
Kuru ve çatlamış toprak üzerinde debelenen erkek varlığına üzüldüm, anne
şefkati cennetinde. Bilinmedim.
Bazen kuru bir merhabayla geçiştirildim, bazen
ellerle temizlendim. Yedi kat perdelerin ardında yazan yazı meleğiyle
kavgalanıp bir düzlem olan yeryüzü boşluğuna sürgün edildim, yılmadım… Ürkünç
yazgı bekçisinin kapısına kadar gidip geri dönüşlerimde ensemden çekilmiş
kemiğin omurgasızlığında üşüdüm. Gülerken buluşlarım olduğunda ise ağladım…
Alçak sözlerle uyandırılmadım yine de… İdeal kader bakkaliyesinin raflarından
satın aldığım ödünç bedenlerin tozunu toprağını temizlemekten arındım… “Bu da
benim kaderim” derken saçlarımın ağaran kısmını daha da bir sert yoldum… Sözün
uzunca kısası acımadım etime iliğime… Kemiklerimi kendim parçaladım…
Şimdi
akşam oldu telif haklı Pulbiber Mahallesi’nde… Açık bıraktığım pencerelerimi
kapattım ve kaldığım yerden örmeye devam ettim kazağı… Yastıkları uyutup mutfak
lambasını açık bıraktım, gecenin son soluğunu çekip ben de uyukladım.
Dipsiz bir not sadece: https://www.youtube.com/watch?v=hgtnjknRHGg