13 Temmuz 2016 Çarşamba

Onun Adı Zambak, Dili Leylaktı!

"Günaydın Mustafa Abi"
"Görüşürüz Mustafa Abi"

ile başlayan sabah "adımızı vapurlara yazsınlar" gibi bir arzulanmayla geçiyordu. kendi halinde bir derdi var, nasıl anlatsa kibar kibar bilemezdi. duymaz sağır uydurur usul usul. bir çıkarsamada Derida diye deliriyordu. yorumlayıcıyı da kattı mı işin içine tüm yapısalcılığı sarsıyordu derinden derinden.

derisinin altındaki kıpırdamaların güneş isteği, kapalı kollarını yakıyordu. bağımsız müzik durağı zepline daha beş dakika öncesinde gelmiş kendi kendine ben ve ötekiyle kavga ediyordu. olmayan işaretleri nasıl net göreceğini arıyordu. kaçak izleri izlerken çıkan yol bir su kenarının yosunlarıydı.

baktırmıyordu yüzüne. ama bıkıyordu çokça insanlardan. gülmekten korkar ağlamaktan utanmaz olmuştu genç dili. söz varlığına işlemiş tüm kavramlar sanki üflese kaçardı. boz bulanık gölgesi sanki diğerlerinden daha da soluktu. yarı koyuluğu neredeydi bilinmez. kedilerle konuşmayı çok isterdi ama kedilerin evine işemesini kabul edemezdi.   

zamanlar sıkıcı şimdiki zaman varlıklıydı. kendisi geniş bir zamanın üstündeydi. dilimlemek dillerin değil, ellerin işiydi. metrolardan hep yanlış duraklarda iner, korkmaktan ötürü hep korkardı. büyük şehirleri sevmez, sevmediklerini ajandasına kaydederdi. 

onun adı zambak, dili leylaktı.

köpüren zihinlere su ile müdahale etmek ister, ama hiçbir şey yapmadan geçer giderdi. yuvarlak gözlüklerini emanet ettiği bir felsefeciyle evlenemeyeceğini bilirdi. bunları düşünürken nalburdan aldığı boyayla annesinin eski banyosunu boyardı. küt böreği en sevdiğiydi. 

kırlangıçlı yazların geçerli zamanlarında kış soğuğunu yaşardı. sabah yolculadığı babasının arkasından bir maşrapa dua dökerdi. içi hep sızlar, gözleri hep parlardı. 

bir günah gibi eski bando tınılarını yankılatır beyninde, onları yansılardı gövdesinde. buruk tınıları en çok vapur esintilerinde dinlemeyi severdi. deniz grisini maviye bular yeşil görürdü her bir basamağı. 29 derece gösteren termometreler yalanlı yazın en sahte göstergeleriydi.

gözünden kanatlanan uçucu bakışlar, genç adamın omzuna konduğunda trenden inmiş adalar vapuruna binmiş olurdu. 

çaydanlıkta kaynayan buharı burnuyla çeker kalbiyle verirdi odasındaki yastıklara. ışık açmadan karanlıkta oturur karanlığı izlerdi. 

en çok kazaklarını sever özenle katlardı onları. dağılan bavullarını toplamazdı. radyolara gömülen çimenli şarkıları dinler güne usulca başlar çığlıklarla bitirirdi. balkonun aşağısında bekleyen şair adamı sofra bezini çırparken görürdü bir tek. 

ve damarları yavaş yavaş genişler uzun uzun uyuşurdu. ve sonsuzca uyanık kalmayı isteyerek bir geceye daha uyurdu.