21 Ekim 2016 Cuma

Ansızdan

Derken sis indi...

Gündüzün orta yerine çöken bu flu perde iki gün sonra, Paris'e gidecek adamın üç numara saçlarının ucunda su damlası oluşturuyor, saçlarını değil belki, ama gözlerini buğulandırıyordu.

Sis bir nehirden inmemiş şehrin göbeğinde yer alan caminin avlusundaki buhurdandan yükseliyordu sanki. Ve sahipsiz ruhlar gibi, başı boş dolanıyordu ortalık yerde.

İnsanlar hissetmiyor, genç adam yaşıyordu.

Hava erken soğuğu yaşıyordu. Bir patika bulsa belki her şeyden vazgeçecek ve oradan gidecekti. Lakin bulduğu tek şey, bir tarlanın ortasında kalakalmış yabani bir fare misali gri silüetli insanlardı....

Sanki ilk kez yüzünün hatlarını ezberleyen ellerini yoklar gibi saçlarında gezdirdi. Gözlerindeki damlaları sildi.

Bazen mektupta ne yazdığının bir önemi olmaz ya hani, işte duygularının kağıt kalitesi de hissettiklerinin karşısında önemsizleşmişti. Önemli olan ise, içinden fark edilmeden fırlayan hayat idi.

Tam da o an - önemin önemini yitirdiği, farklılığın aynısını kaybettiği an - balıklar kanatlanmış, lambadan cin nihayet çıkmıştı. Olgular arasına sıkışmış hayatı, özünden bağımsız bir çölde kaynamaya başlamıştı.

Kendi kendini kıskanç bir baba gibi gözlemeye koyulmuştu. Yeni keşfettiği kapı duvardan kaçmaya yeltenirken kendi kendini yakalamaya kararlıydı. Ve her zaman dakikasında kendi kendinden kaçarken yakalanma arzusu daha da bir kabarıyordu.

Pılının pırtıklaştığı, kedileri boğmaya yarayan bir çuvala koyulmuş ruhu, hangi kayadan yontulduğunu, hangi kuyudan çekilip çıkarıldığını hatırlamıyordu. Duyduğu tek şey, etraftaki köpek sesleri ve güvercin kanat şaklamalarıydı.

Annesini hatırladı ve "Adım vardı, ama unuttum." diye fısıldadı. Derken, uzun saçlı kadın, saçlarını ona uzattı.

Onu pis kokulu bir nehirden çıkarıp aldığında parmaklarını şıklatıp "ne zaman" diye sordu. İçindeki bu yara, öldürmez ama ondurmazdı da...

Eski Yunanlılar'ın mektupları gibi, kendini sütle yazılmış satırlar gibi eritebilse görünmez diğer satırların arsında keşke. Belki o zaman ölebilecekti.

Kadın, güzel kokuyordu...
Kadın, güzel işitiyordu...
Kadın, güzel söylüyordu...
Kadın, güzeldi, güzel Kadındı...

O an, bir an ve nasıl ansızdan içinde var olabilmişti?

                                                                                                      - devam etmesi mümkün -

7 Ekim 2016 Cuma

Sosyal Bir Gerçeklik Masalı: Yokuş

bu yılın sokaklarına atılan satırların hatrına köşedeki sarı kedi susuyordu, giderken, akan suyun kirlettiği çiçekli bahçeye rağmen...

                              susan bağırıyor, ağlayan bağırıyor, gülen bağırıyor, konuşan zaten                                                      bağırıyordu.... bana biri bir şey sorsa, benim bağıracağım tek şey de                                                      "silik" olurdu.


       müzikle, insanla, iyilikle, kötülükle dolan o yokuş, baştan başa bir hiçliğin silikliğindeydi.
       bir sokak arasına kaçmış butik kafelerin çalması mecbur olduğu Fransız müzikleri bile insanların çamurlu ayak izlerini bilgilendiremiyordu.

               mor dumanlar yükselen insanların kafası, lağım giderinin pis suyuna karışmıştı.


              Sanki;
              yokuşun tam ortasına kurulan FABRİKA bacasından çıkan siyah duman,                                               her bir beyaz yakaya yapışıp "ÖLMEZLİĞİ Mİ BULDUN SANKİ?"                                                     diye haykırıyordu.




FENALIK ve İHSAN;  insanoğlunun tek sınavıydı bu yokuşta!

bu yokuş...  o yokuş...  şu yokuş...
nedir bu yokuş?

bu yokuş sanki; ayağı kırılıp uçamayan bir güvercinin mecburen sığındığı katil bir adamın avcunun içiydi...                                                    
                             

bu yokuş sanki; aforizmaların madamlaşmış haliydi.

ve bu yokuş sanki; sormadan binlerce adım atan kör bir satıcının sadece ve sadece üretmesi gibi tüm tersliklere gebe kalınan çeşme kurnasıydı.

                     
                        burası hayatın paslı denklemiydi.
                        manidar bir uçmaklık isteğinin yalan olduğu, ışıkları söndürseler bile
                        gece yanmalarının göründüğü, zaten kırılmış bir kızın minimalist, neşeli
                        yanıydı.

           
ve burada hep eylül'ü gelmişti ömrün... !!!



https://www.youtube.com/watch?v=IsobGko-RXE